TARİHE YOLCULUK, FOTOĞRAF & YÜRÜYÜŞ ROTALARI
Orhaniye’de koyun ortasında yer alan adanın tepesindeki kale kalıntılarının bölgede kurulu Baybassos antik kentine ait olduğu düşünülmektedir. Korsanlara karşı gözcülük yapmak amacıyla inşa edildiği düşünülen kaleye tırmanabilir ve muhteşem fotoğraflar çekebilirsiniz. Orhaniye’de dağlara çıkan patika yollarda ağaçların arasında yapacağınız doğa yürüyüşleriyle keyifli bir gün geçirebilirsiniz.
Orhaniye’nin 3.5 km kuzeybatısında yer alan Hisarönü’nde Martı Marina bünyesindeki otel işletmesinin hemen yanında yer alan tarihi Manastır kalıntılarının bahçesindeki mozaikler görmeye değerdir. Hisarönü bölgesi Baybassos antik kenti sınırları içerisinde yer aldığı için, antik kente keşif yürüyüşleri yapabilirsiniz. Bölgedeki Eren Dağı’nda Pazarlık adı verilen düzlükte Kastabos tapınak kentçiğinin kalıntıları yer alır. Bu kalıntılar Hemithea Tapınağı’na aittir. Kastabos tapınak kentçiği, bugün Orhaniye’nin sırtını dayadığı Baybassos antik kentine bağlıdır.
Orhaniye’nin 2.5 km güneybatısında yer alan Turgut köyü sınırları içindeki koylardan birinde antik çağ kalıntıları göze çarpar. Kalıntılar kıyıda bir bahçe duvarında, biraz içeride ise Ygeia kutsal alanını çevrelediği düşünülen Temenos duvarında görülebilir ve bu kalıntıların Hygassos antik kentçiğine ait olduğu düşünülür.
Turgut köy merkezinden şelaleye giden yolun üzerinde ise yaklaşık 1 km mesafede sağ yamaçta kolay fark edilemeyen antik bir piramit mezar yer alır. Kısa bir süre önce arkeologlar bu yapının M.Ö. 3 – 4. yüzyıllara ait Diyagoras adında bir savaşçının anıt mezarı olduğunu belirlemişlerdir.
Turgut köyü yakınlarında, yaklaşık 300 metrelik bir tepede Turgut Kalesi yükselir. Kalenin 300 m yakınına kadar toprak bir yoldan araçla çıkılabilir. Epeyce dik olan ikinci bölümü ise yürümek gerekir. Baybassos antik kentine ait olduğu sanılan kalenin duvarları kısmen yıkılmış olsa da bir kısmı ayaktadır. Kaleye çıkışın en güzel tarafı, Orhaniye ve Hisarönü koylarına bakan muhteşem manzarasıdır.
Orhaniye’nin 2.5 km güneybatısında yer alan Turgut köyünü hemen geçtikten sonra Şelale tabelası karşınıza çıkar.Vaktiniz varsa dere boyunca ve vadinin içerisine doğru yürüyüş yapabilirsiniz. Ancak sık bitki örtüsü zaman zaman yürüyüşünüzü zorlaştırabilir.
Orhaniye’nin yaklaşık 7 km güneyinde Bayır köyünün antik Syrna kentinin üzerinde kurulduğu ve günümüzde köy camisinin bulunduğu alanda sağlık tanrısı Asklepios‘a adanmış bir tapınağın bulunduğu söylenir. Ancak tapınaktan bugüne ulaşan maalesef hemen hiç iz kalmamıştır. Syrna kentinin akropolisi (Akrapolis, Yunanca “yukarıda bulunan şehir” anlamına gelir. Eski Yunan döneminde tapınaklar ve hazinelerin saklandığı yapılar akrapoliste yer alırdı) köyün 2 km kuzeydoğusunda Yancağız Tepesi üzerindedir.
Akropolis’e Bayır’dan bugün de kullanılan antik taşlı yol izlenerek gidilebilir. Tırmanış yaklaşık yarım saat sürer. Akropoliste kent surlarının bir bölümü, mezar kapak taşları ve antik kalıntıları görebilirsiniz. Bayır köyünden Çiftlik köyüne doğru giderken, bir yanda Çiftlik koyunu ve arkanızda Hisarönü Körfezi’ni görebileceğiniz noktada kısa bir yol molası vererek temiz dağ havasını ciğerlerinize doldurup muhteşem manzaranın tadını çıkarabilir ve harika fotoğraflar çekebilirsiniz.
Orhaniye’den 10 km uzaklıkta olan Selimiye köyünün antik çağda ismi Hydas’tı. Bozburun Yarımadası’nda Loryma Kaisareia, Kastabos, Erine, Baybassos gibi antik yerleşimlerden biri olan Hydas, Büyük İskender’in ölüm tarihi olan M.Ö. 323’te başlayan ve Yunanistan Yarımadası’nın Roma İmparatorluğu tarafından işgal edildiği M.Ö. 146’ya kadar devam eden Helenistik döneminden kalma tarihi kalıntılara sahiptir.
Selimiye köyünün güneydoğu tepelerinde, Erine – Baybassos yol güzergâhı üzerinde Helenistik dönem sur kalıntıları ve bu kalıntıların güneyinde kare planlı mezar anıtı görülecek önemli tarihi noktalar arasındadır. Selimiye çevresinde köyün en yüksek tepesinde, Sarıkaya tepesinde ve Kızılköy mahallesinde 3 farklı kale kalıntısı yer alır. Hydas’a 3 km uzaklıkta Selimiye’ye yaklaşan teknelere yol göstermek amacıyla inşa edilmiş olan Gözetleme Burcu, Deniz Feneri, Manastır ve Tiyatro kentin görülmeye değer tarihi kalıntıları arasındadır. Bölgedeki batıklardan çıkarılan tarihi kalıntılar ise Bodrum Sualtı Müzesi’nde sergilenmektedir.
Orhaniye’nin yaklaşık 25 km güneybatısında şirin bir balıkçı kasabası olan Bozburun, Tymnos antik kentinin bulunduğu yerleşim yerine kurulmuştur. Bozburun tarih boyunca birçok medeniyetin beşiği olan bir coğrafyada yer almaktadır. Güneybatı Anadolu bölgesinde Büyük Menderes Nehri’nin güneyinde yer alan ve antik çağlarda Karya adıyla bilinen bölgede yer alan Bozburun’un tarihi M.Ö. 3000 yıllarına dayanır.
Tarihte Bozburun, Drahya‘nın önde gelen yerleşim yeri ve limanı olarak Bosprina adıyla da bilinir. Orta Asya’da Moğol istilalarından kaçan Türkmenler göç ederek Toroslar yoluyla önce Marmaris’e ve daha sonra Drahya’ya ulaşarak bölgede yaşayan diğer etnik grupların yanında yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Orhaniye’nin yaklaşık 30 km güneyinde olan Söğüt’e 3 km uzaklıkta olan Saranda’ya inerken etkileyici bir manzara karşınıza çıkar. Bu manzarada Sömbeki körfezi ve yeşillikler içindeki Saranda koyu ayaklarınızın altındadır. İleride ve sisler içindeki büyük ada ise Yunanistan’ın Sömbeki (Simi) Adasıdır. Özellikle günbatımında bu manzarayı doyasıya seyretmek ve fotoğraf çekmek için Saranda’ya gidebilirsiniz.
Orhaniye’nin yaklaşık 33 km güneyinde olan Taşlıca’da bambaşka bir coğrafya sizi karşılar. Milyonlarca kayayla kaplı sarp yamaçlar, devleşmiş zeytin ağaçları, terk edilmiş taş evler ve keçi sürüleri… Bozukkale ve antik çağdaki adıyla Loryma antik kent kalıntıları oldukça iyi durumdadır.
M.Ö. 10. yüzyılda Rodos Peraiası’nın (Karşı Yakası) merkezi olan Loryma antik kenti hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Karşılıklı surlarla dikdörtgen şeklinde uzanan kalenin dokuz kulesi vardır. Kale, kule ve burçlarıyla gayet iyi korunmuş sağlam bir durumdadır. Kaleye ‘bozuk’ sözünün yakıştırılmış olmasının kalenin bir yanının eksik oluşu ile ilgili olduğu söylenir.
Orhaniye’nin 63 km kuzeybatısında olanDatça’ya arabayla giderken yol üzerinde uğrayabileceğiniz Çubucak mevkiinde yer alan “Rodos Ticari Amfora Üretim Atölyeleri” 1990 yılından bu yana, Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ersin Doğer tarafından bilimsel kazılarla araştırılmaktadır. Kazılarda bugüne kadar 2500’ün üzerinde mühürlü amfora kulpu bulunmuştur. Bu mühürlü kulpların incelenmesi sonunda, Hieroteles isimli çömlekçinin 70 yıl boyunca üretim yaptığı, ayrıca 6 çömlekçinin daha çalıştığı belirlenmiştir.
Datça‘nın ilk kurulduğu bölge M.Ö. 4. yüzyılda kurulan Eski Datça’dır ve burası Datça Yarımadası’nda antik çağlardan beri üzerinde yaşam süregelen tek yerleşim yeridir. Datça’dan 2 km sonra karşınıza çıkan “sarı tabela”dan döndüğünüzde kendinizi Eski Datça’da bulacaksınız. Günümüzde Datça’nın üç mahallesinden biri olan Eski Datça kendine özgü taş evleri, taş duvarları, arnavut kaldırımlı sokakları, seramik ve el işçiliği atölyeleri, resim ve fotoğraf galerileri, adeta bir sanat eseri güzelliğinde hediyelerin sunulduğu küçük hediye dükkanlarıyla sizi bambaşka bir dünyaya götürecektir.
Datça Yarımadası’nda bulunan yakın döneme ait 28 kilise kalıntısı, bölgenin aynı zamanda mistik bir kökene sahip olduğunun da kanıtıdır.
Datça’ya gelmeden önce Knidos sapağına girdiğinizde 35 km sonra Datça Yarımadası’nın en uç noktasındaki İskandil Burnu’na, ulaşırsınız. Tarihi M.Ö. 2000 yıllarına giden bölgede Karyalılar ve Dorlar, “Hexapolis Birliği” altında 6 şehir kurmuşlardır. Bu şehirlerin önde gelenlerinden biri olan Knidos, Datça Yarımadası üzerine kurulmuş ve Hexapolis Birliği’nin merkezi olmuştur.
Antik çağın en ünlü ve zengin kentlerinden biri olan Knidos, sadece Ege ve Akdeniz’deki gemilerin rotası üzerinde stratejik bir konuma sahip olmakla kalmayıp aynı zamanda, bilim, mimarlık ve sanatta ileri olan kozmopolit bir kentti.
Knidos’ta ünlü matematikçi, gök bilimci, fizikçi, mimar ve yasa koyucu Eudoksos, Doktor Euryphon, ünlü ressam & vazo resmi sanatı ustası Polygnotos ve dünyanın 7 harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos yaşadı.
Knidos, altın çağında Kos’taki önemli tıp merkeziyle rekabet edebilecek bir tıp okuluna da sahipti.
Knidos, Datça Yarımadası’nın en uç kısmında Ege ve Akdeniz’in birleştiği noktada Tekir Burnu üzerindeki konumlanmasıyla tarih boyunca Batı Anadolu kıyı kentlerinin en önemlilerinden biri oldu. Şarap ihracatı sayesinde ticareti gelişen Knidos, kulelerle kuvvetlendirilen ve uzunluğu 4 km’yi bulan surlarla çevrilmişti.
Antik kentin askeri ve ticari olmak üzere iki limanı vardı. Knidos Örenyeri’ndeki önemli yapılar ve alanlar: Dor Tapınağı, Apollon Tapınağı ve Karneios Kutsal Alanı, Yuvarlak Tapınak ve Sunağı, Meclis Binası, Korinth Tapınağı, mevsimi ve zamanı gösteren güneş saati, iki antik tiyatro, Dionysos Tapınağı, Stoa, Yamaç Evleri, Odeon, Demeter Kutsal Alanı, Musalar Kutsal Alanı, Kiliseler ve Kap Krio Yarımadası’dır.
Ayrıca kentin kuzey, doğu ve batısında 6 km’den uzun bir alana yayılan büyük bir nekropol vardır ve antik dünyanın en geniş mezar sahalarından biri olarak tanımlanmaktadır. Önemli bir liman kenti olan Knidos, mal alıp satmak ya da açık denizdeki kötü hava koşullarından korunmak isteyen gemilerin de uğrak yeriydi.
Knidos’un efsaneleşmesinin nedeni, bugün dünyada birçok replikası olmasına rağmen orijinali halen bulunamamış olan ancak kaidesi yerinde duran “Afrodit Heykeli”dir (Knidos Afroditi). Atinalı heykeltraş Praksiteles’in M.Ö. 4. yüzyılda yaptığı Afrodit heykelinin ünü, “dünyadaki ilk çıplak kadın heykeli” olmasından kaynaklanır.
Yunan mitolojisinde “Aşk ve Güzellik Tanrıçası” olan Afrodit’in Roma mitolojisindeki ismi Venüs’tür. Güneybatı Anadolu’da varlıkları bilinen Karyalıların yaşadığı bölgenin kuzeydoğusunda, tanrıça Afrodit’e adanmış antik Roma kenti Afrodisias, bugün İzmir’e 230 km uzaklıktaki Aydın ilinin Karacasu ilçesine bağlı Geyre Köyü yakınında koruma altındadır.
Heykelde tanrıça Afrodit, sol elinde giysisini tutar ve sağ eliyle de cinsel bölgesini kapar biçimde betimlenmiştir. Praksiteles, İstanköy (Kos) Adası sakinlerinin siparişiyle 2 Afrodit heykeli yapar. Bunlardan birinde Afrodit figürü örtülüyken diğerinde çıplaktır. İstanköy sakinleri çıplak heykeli almak istemez, heykeli beğenen Knidos halkı satın alarak şehrin en yüksek terasına Ege ve Akdeniz’den görülecek şekilde yerleştirir.
Ünlü tarihçi Lusien’in banyodan yeni çıkmış ve elinde giysisini tutan Afrodit heykeli için söylediği “Güzelliğini hiçbir şey örtmemiş, sağ elinin eğimiyle kapadığı yerden başka’’ sözleri bugünlere kadar ulaşmıştır.
İngiliz Arkeolog Charles Newton, 1857 yılında Knidos’ta kazı yaparken günlüğüne şunları yazmıştı: “… Halikarnassos’un gurur duyacağı bir anıt mezarı Mozole’si (Mausoleion), Rodos’un bronzdan dökülmüş anıtsal heykeli Helios’u varsa; küçük Knidos kentinin de aynı şekilde gurur duyabileceği bir Afrodit Heykeli vardır. O heykeldir ki; Bithynia (Ege Bölgesi’nin kuzeyi) Kralı Nikomedes, karşılığında kentin bütün gelirini ortaya koymuştur, Knidos’un bütün borçlarını silmiştir, ama nafile...”
Ege ve Akdeniz’in birleştiği noktada ye alan Deveboynu Knidos Feneri, asırlar boyu yolunu kaybeden denizcileri “hayata bağlayan ışık” olmuştur ve günümüzde de ışığı ile yol göstermeye devam etmektedir. Boyandıktan sonra duvarındaki Türk bayrağı kapanmış olsa da Deveboynu Knidos Feneri’nin güzelliği nefesinizi keser…
Knidos’a dair güzel bir hikayeyi de paylaşalım; eski zamanlarda Yunanistan’da bir cüzzam salgını başlar ve çok kişi bu hastalığa yakalanır. Yunan yetkilileri bu hastalığın daha fazla yayılmaması için cüzzamlı hastaları gemilere doldurarak Yunanistan’dan uzaklaştırırlar ve Datça Yarımadası’nın ucundaki bu bölgeye bırakırlar. Aradan uzun bir zaman geçer ve Yunan yetkilileri bıraktıkları cüzzamlılara ne olduğuna bakmak için tekrar gelirler. Ve görürler ki bütün cüzzamlılar iyileşmişler, aileler kurup nüfuslarını arttırmışlar ve hatta bu bölgede bir şehir (Knidos) kurup yaşamaya başlamışlar. Yunan yetkilileri çok şaşırırlar.
Denir ki, bu cüzzamlıların iyileşmesinin sebebi; Datça’nın o güzel temiz havası ve denizi, sağlık ve mutluluk veren atmosferidir…
Orhaniye’nin yaklaşık 35 km doğusundaki Kumlubük sahili ve tepeleri, doğa yürüyüşleri ve ekoturlar için ideal parkurlara sahiptir. Özellikle güneydoğu yönündeki tepelerine doğru yapılacak gezilerde bir mağarayla karşılaşılabilir. Eğilerek geçilebilen mağaranın içi yaklaşık 3-4 m yüksekliğinde bir ön galeriyle başlamaktadır. Alanya’da bilinen Damlataş mağarası gibi sarkık ve dikitlerden oluşmaktadır. Yapılan çalışmalarda mağaranın yaklaşık 5000 yıllık olduğu ve yer yer daralan geçitlerle pek çok galeriden oluştuğu bilinmektedir.
Orhaniye’nin 30 km kuzeydoğusunda yer alan Turunç’ta Palamut Tepesi patikasında manzaraya nazır keyifli bir yürüyüş yapabilir ve bol bol fotoğraf çekebilirsiniz. Turunç’tan Kumlubük’e ulaşımı sağlayan karayolunun sağ tarafında Turunç’a yaklaşık 2 km mesafedeki Sandaleyik Tepesi’nde yer alan Gavur Sancağı denilen bölgede ise Helenistik döneme ait tarihi kalıntılar bulunmaktadır. Kalıntıların bulunduğu alan 1978’de I. Derece Arkeolojik Sit alanı olarak ilan edilmiştir.
Orhaniye’nin yaklaşık 32 km doğusunda küçük bir burnun üzerinde yer alan Amos, antik çağın önemli kentlerinden biriydi. Turunç’tan yürüyerek 1 saatte, Kumlubük’ten ise yarım saatte Amos Harabeleri’ne ulaşabilirsiniz.
Amos Harabeleri & Physkos Antik Kenti, antik çağın önemli yerleşim birimleri arasındaydı. Turunç’un 4 km güneyinde küçük bir burnun üstünde yer alan Amos Harabeleri Helenistik devirden kalma tiyatro, tapınak ve sur duvarlarından oluşmaktadır. Amos Harabeleri 1978’de I. ve III. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak ilan edilmiştir.
Amosluların gelişmiş bir toprak ve tarım reformu olarak tanımlanabilecek düzenlemeler uyguladıkları biliniyor. Amos’lulardan günümüze kalan tarla kira sözleşmeleri, tarihin bilinen en eski kira sözleşmeleridir. Deniz tabanında ve hemen hemen her inşaatın temel kazısında bulunan amfora parçaları, Amos’luların yoğun olarak bağcılık yaptıkları ve şarap ürettiklerini gösteren günümüzdeki kanıtlardır.
Batısında Amos’un Tanrısı Apollo’ya ait olduğu kitabelerden anlaşılan bir tapınak kalıntısı vardır. Ayakta kalabilmiş diğer bir önemli yapıt, Kumlubük sahilinin uzandığı tepedeki dar ve uzun düzlükte yer alan tiyatrodur. Tiyatroda her gösteriden önce, orkestranın ortasındaki sunakta Şarap ve Verimlilik Tanrısı Dionysos adına kurban sunulurdu.
Kentin nekropolisi, kuzeydeki küçük koyun yamaçlarına doğru yayılmıştır. Amos tepesinin ucuna doğru ilerlediğinizde deniz, karşınızdaki adalar ve Amos koyu sizi büyüler. Marmaris’in yaklaşık 2 km kuzeyinde, Beldibi yerleşiminin batısındaki Asartepe mevkiinde yer alan Physkos antik kentinden günümüze yalnızca sur duvarları kalmıştır. 1992’de 1. derece Arkeolojik Sit Alanı olarak ilan edilmiştir.
Orhaniye’nin 25 km kuzeydoğusunda olan Marmaris’in bilinen en eski adı Physkos’tur. Physkos, tarihçilere göre M.Ö. 3400 yıllarında bölgeye hâkim olan Batı Anadolu medeniyetlerinden Karyalılar tarafından kurulur. Karyalılar güneybatı Anadolu’nun yerleşik ilk halklarındandır. Karyalıların ilk yerleşim alanı günümüzde Marmaris’in kuzeyinde bulunan Asartepe’dir. Bölgenin sarp dağları ve kayalıkları, Karya ve Likyalıların yaşamayı tercih ettikleri stratejik ve güvenli yerlerdir.
Marmaris’i bir askeri üs haline getiren Karyalılar, Doğu Akdeniz’in en zengin ve en kuvvetli devletine sahip olurlar. Karya’nın liman kenti ve diğer yerleşim birimlerinin merkezi olan Physkos, zengin bitki örtüsü ve doğası ile adeta cennetten bir parçadır. Antik çağlarda bu güzellik ve özelliklerinden dolayı Karya dilinde “Doğakenti” anlamına gelen ‘Physkos’ adının kente verildiğini biliyoruz.
Daha sonra bölge sırayla Mısır, Asur, Eolya, Ionya, Dor, Pers, Makodonya, Bergama, Roma, Arap, Bizans ve Osmanlı egemenliklerini yaşamıştır. Karya’nın liman kenti olarak gelişen antik kentinden günümüze ne yazık ki çok tarihi eser ulaşamamıştır. Physkos antik kenti, Amos Harabeleri, Gavur Sancağı ve Marmaris Kalesi günümüze ulaşabilen başlıca tarihi eserlerdir. Marmaris şimdi bulunduğu tepenin ilk yerleşenleri olan Türkmenler tarafından Bizans döneminde, “Mermer-şehri” ismiyle kurulmuştur.
13 yy’da Menteşeoğulları egemenliği döneminde uluslararası mermer ticareti sayesinde altın çağını yaşayan bu limankenti Mermeris adını almıştır. Marmaris halkı, Kanuni Sultan Süleyman’ın 1522’de bölgeyi fethederek Marmaris’ten Rodos’a sefer düzenlemesi ve Rodos’u alması döneminde Osmanlı hakimiyeti altında yaşamını sürdürür.
1919-1921 arasında ise İtalyanların kontrolüne giren Marmaris, 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet döneminden 1980’li yıllara kadar “balıkçı ve süngerci kasabası” kimliğini korumuştur.
Eski Marmaris kasabası, 1958’de yaşanan depremle yıkılmış ve yeniden kurulmuştur. Ayakta kalan eski yapıların tamamı, eski kasabanın bulunduğu burnun üzerindeki Ortaçağ dönemine ait kalenin çevresindekilerdir.
Marmaris Kalesi, 1980-1990 yılları arasında restore edilerek 1991 yılında Marmaris Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Toplam 7 kapalı mekânı bulunan Kale’nin beşik tonozlu giriş mekânı iç bahçeye açılırken avluda sağda ve solda yer alan merdivenler de surlara çıkışı sağlar. Surlardan çevreyi keyifle seyredebilir ve fotoğraflayabilirsiniz. Bahçeden girişi olan kapalı mekanlardan ikisi arkeoloji salonu olarak düzenlenen alanlarda ve bahçede bölgeden toplanan taş eserler, Hellenistik, Roma ve Bizans çağlarına ait amforalar ile Knidos, Burgaz, Hisarönü kazılarında açığa çıkarılan pişmiş topraktan yapılmış kandiller, şişeler, figürinler, çeşitli kaplar, cam eserler, ok uçları, sikkeler ve süs eşyaları sergileniyor.
Etnografya salonunda ise, Osmanlı Dönemi sonuna tarihlenen günlük yaşamla ilgili dokuma, halı, kilim, mobilya, bakır mutfak eşyaları, silahlar ve süs eşyaları sergileniyor. Diğer mekânlar ise sanat galerisi, büro ve depo olarak kullanılmaktadır.
Müze, turizm sezonu süresince, Pazartesi dışında her gün 08.30 – 12.00 ve 13.00 – 17.30 saatleri arasında ziyarete açıktır.
Hafsa Sultan Kervansarayı, Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferinden sonra annesi Ayşe Hafsa Sultan (Valide Sultan) adına yaptırdığı bir menzilhanedir (yolculukta dinlenmek amacıyla konaklama yapılan yer). Üzeri kemerlerle örtülü kervansaray, kaleye çıkan dar ve basamaklı sokağın hemen girişindedir. Kervansaray’ın 7 küçük ve bir büyük odasının bir bölümü yasal boşluklar sebebiyle özel mülkiyete geçerek turistik eşya ve hediyelik satan dükkanlar ile kafe-barlara tahsis edilmiştir ancak kervansarayın müzeye dönüştürülmesi ve Marmaris Kalesi ile bütünlük oluşturması için çalışmalara başlanmıştır.
Tarihi Bedesten, aslına uygun olarak restore edilerek alışveriş merkezi olma özelliğini sürdürmektedir. Marmaris Çarşısı içindeki Tarihi Bedesten’in ortasındaki avluda 3 katlı yekpare mermer havuzun etrafında 32 dükkan ve Türk kahvesi içebileceğiniz bir kafe de yer alır. Tarihi Bedesten’i dolaşırken alışveriş yapabilir, bu mistik atmosferi soluyabilir, avlusunda Türk kahvesi ve nargile içerek keyifli zaman geçirebilirsiniz.
İyilik Kayalıkları Arkeoloji Parkı, Marmaris şehir merkezinde İyilik Kayalıkları olarak bilinen 8.342 m² büyüklüğündeki bölge ile tepe eteğindeki 2.100 m² alan arası 1. Derece SİT Alanı kapsamına alınarak İyilik Kayalıkları Arkeoloji Parkı olarak ziyarete açılmıştır. Parkta M.Ö 4. yüzyıla ait olduğu belirlenen arkeolojik kalıntılar sergilenmektedir.
İbrahim Ağa Camisi & Sarıana Türbesi, Marmaris yakın çevresinde Osmanlı dönemine tarihlenen eserler arasında olan Kemeraltı Mahallesi’ndeki İbrahim Ağa Camisi 1789’da yaptırılmıştır, üzerindeki büyük kubbe mimari açıdan dikkati çeker. Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos seferine çıkmadan önce ziyaret ettiği ve kehanetleriyle ünlü Sarıana’nın türbesi de aynı adlı mahallededir. Armutalan kısmında detaylarını anlattığımız hikayeye göre Rodos seferine hazırlanan koca Osmanlı ordusunun bütün askerleri Sarıana’nın tek ineğinin sütüyle kahvaltı yapmıştır.
Marmaris Özel Etnografya ve Arkeoloji Müzesi, Marmaris-Muğla yolu üzerinde, Marmaris’e 10 km uzaklıkta 3.000 m²’lik kapalı alanda açılmıştır. Şahsa ait olan Marmaris Özel Etnografya ve Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen eserler, aynı zamanda bir koleksiyoner olan turizmci ve halıcı Ahmet Urkay’a aittir. İki bölümlü müzenin arkeoloji bölümünde değişik tarihi dönemlere ve uygarlıklara ait tarihi çanak, çömlek, testi, heykel, para, sikke gibi her türlü arkeolojik eserler sergilenirken, etnografya bölümünde ise Urkay’ın 50 yıldır köy köy gezerek biraraya getirdiği halı, kilim, ahşap tavan oymaları, mermer musluk başlıkları, silahlar ve yöresel kıyafetler yer almaktadır. Müze, haftanın 7 günü ücretsiz olarak gezilebilir.
Cennet/ Yıldız Adası (Nimara Yarımadası) & Yalancı Boğaz, karayoluyla Marmaris kent merkezine 8 km uzaklıktadır. Yalancı Boğaz’a kadar gidip, 800 m patika yoldan yürüyerek de Nimara Yarımadası’na çıkabilirsiniz. Patika yolların kent kalabalığından uzakta doğayla başbaşa ideal yürüyüş güzergahı oluşturduğu ve yüzmek için güzel kumsalı olan Nimara Yarımadası’nda teknelerin yanaştığı iskele çevresinde çardak lokantalar ve kafelerde eşsiz manzaranın tadını çıkartabilir ve sıkılmadan bir günü geçirebilirsiniz.
Orhaniye’nin 60 km kuzeyinde olan Akyaka’ya doğru yol alırken Cennet’ten manzaralar eşliğinde gideceğiniz bir yol görmeye hazır olun. Deniz seviyesinden 671 m yükseklikteki Sakar Geçidinde çam ormanları arasından dönerek aşağı inerken bir yanda rengarenk güzelliğiyle Gökova ovası, bir yanda mavi yolculuğun değişmez adresi Gökova Körfezi tüm muhteşemliği ile gözlerinizin önüne serilecek. Bu yol güzergahı büyüleyici fotoğraflar çekmek için ideal rotalardan biridir.
Orhaniye’ye 51 km uzaklıkta olan Sedir Adası, zeytin ağaçlarıyla kaplı doğal güzelliklerin yanı sıra Helenistik ve Roma dönemlerine ait antik tiyatro, agora ve antik liman kalıntıları ile tarihseverler için bir çekim noktasıdır.
Yılda yaklaşık 100.000 turistin ziyaret ettiği Sedir Adası, antik Cedreae (Kedrai) kenti, ünlü Kleopatra Plajı ve altın sarısı eşsiz kumu ile tanınır. Adını Yunanca “Sedir Ağacı” anlamına gelen “Kedrai”’den alan ada, eski bir Karia yerleşim yeridir.
Dünyada yalnızca iki yerde olduğu bilinen bu çok özel kum; ateşte yanma, sodalı suda kendiliğinden çoğalma ve büyüteç altında incelendiğinde hareket etme gibi nadide özelliklere sahiptir. Karbonatlı çamurun bir çekirdek etrafında birikmesiyle oluşan kumların denize kattığı eşsiz güzellikteki renkleri görmek için bile Sedir Adası’na gitmeye değer. Bu kumların dünyada bir benzerinin ise Kızıldeniz’de olduğu bilinmektedir.
Bu eşsiz kumun Roma’lı ünlü komutan Marcus Antonius tarafından Antik Mısır’ın son Hellenistik kraliçesi (VII.) Kleopatra için Mısır’dan özel olarak getirildiği hikayesinin nesiller boyunca anlatılmasıyla, Sedir Adası Kleopatra Plajı adıyla anılmaya başlamıştır. M.Ö. 1. yüzyılda Kleopatra ve Marcus Antonius’un bu adada büyük bir aşk yaşadığı ve balayı geçirdiklerine inanılır.
Efsaneye göre, Antonius’la evlenmeyi kabul eden Kleopatra balayında Mısır’dan başka herhangi bir ülkenin topraklarına basmayı reddeder. Kleopatra’ya olan aşkını göstermek isteyen Antonius, balaylarını geçirecekleri Sedir Adası’na Mısır’dan 60 büyük gemiyle çapları ise 1 milimetreden daha küçük ve her tanesi aynı büyüklükte olan bu özel kumları getirtir.
Adanın en dikkat çekici yapısı antik tiyatrosudur. Sağlam olarak günümüze ulaşan antik tiyatro kuzey yamaçta ve kent yerleşiminin merkezinde doğu yanından geçen surların dışında konumlanmıştır. 2500 kişilik tiyatronun sahne binası tahrip olmasına rağmen, caveası (oturma sıraları) oldukça iyi korunmuştur. Mükemmel duvar işçiliği, tiyatronun Hellenistik orijinli olduğunu gösterir. Kedrea’daki tiyatronun başka bir özelliği de Rhodos’un karşı yakasında bilinen üç büyük tiyatrodan biri olmasıdır.
Kedreai’de M.Ö 2. ve 1. yüzyılda Tanrı Apollon Kültürü’nün egemen olduğu, kentte ele geçen yazıtlardan anlaşılmaktadır. Apollon, Karia’nın baş Tanrısı’dır ve Kedreai halkı da Apollon’a tapmaktaydı. Mitolojide Müzik, Sanat, Güneş, Ateşin ve Şiir Tanrısı olan ve kahinlik yetenekleri de olan Apollon, adı değişmeden Roma mitolojisine geçen tek Tanrı’dır.
Kaunos Harabeleri ve Kaunos Antik Kenti;
Orhaniye’nin yaklaşık 88 km kuzeyinde olan Köyceğiz Gölü ve gölün sahille birleştiği bölgede kurulan Karia’nın önemli limanlarından ve ticaret merkezlerinden biri olan Kaunos, ilçenin turizmdeki önemini arttırmaktadır. Köyceğiz gölü ve gölün sahille birleştiği bölgede kurulan Karia’nın önemli limanlarından ve ticaret merkezlerinden biri olan Kaunos’un bugüne ulaşan harabeleri ve antik kenti mutlaka görülmesi gereken yerler arasındadır.
Köyceğiz Gölü’nü Akdeniz’e bağlayan Dalyan kanalı kıyısındaki Kaunos antik kenti, limanın kuzeyinden başlar ve Dalyan köyünün üst kısmındaki kayalıklarda son bulur.
Yunan mitolojisine göre Tanrıların Tanrısı Zeus, Menderes Nehri kıyısında Tanrıça Leto’yu hamile bırakmıştır. Tanrıça Leto’nun ikizleri olmuştur: Apollon ve Artemis. Apollon’un oğlu Miletos da yıllar sonra büyükbabası ile büyükannesinin aşk yaşadığı yeri bulmuş ve orada Milet kentini kurmuştur.
Daha sonra ülkesini genişletmiş ve Karya adını vermiştir. Karya Kralı Miletos’un da ikizleri olmuştur. Erkeğe Kaunos, kıza Byblis adı verilmiştir. Büyüdüklerinde Byblis, erkek ikizine aşık olur. Bu aşk, kardeş sevgisinin çok ötesindedir. Kız kardeşinin yasak aşkına karşılık vermeyen Kaunos, yanına dostlarını alarak ülkesini terk eder.
Güneye giden Kaunos, şimdi kendi adıyla anılan yerde yaşamaya karar verir. Kaunos’un gidişine üzülen Byblis, o kadar çok gözyaşı döker ki, hala Dalyan’da akan ve Calbis adı verilen pınarlar, o gözyaşlarından oluşmuştur. Hasrete dayanamayacak hale gelen Byblis, sonunda kendini bir kayadan aşağı atarak canına kıyar. Tarihçi Ovidius da kentin kuruluşunu bu efsaneye bağlı kalarak anlatmıştır. O tarihten itibaren de bu tür acıyla biten aşklara veya akraba aşklarına “Kaunos Aşkı” denmeye başlamıştır.
Antik kentte agora (pazar yeri), stoa (alışveriş ve toplantı merkezi), roma hamamı, tapınaklar, Amfitiyatro, liman ve kale surları arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılmıştır.
Köyceğiz Gölü’nün batısında Ölemez Dağı doğusunda Sultaniye Köyü sınırları içinde yer alan Sultaniye Kaplıcaları’nın tarihi çok eskilere dayanmaktadır, bölgedeki sıcak-soğuk termal kaynakların yüzyıllardır şifa yurdu olarak işletildiği bilinmektedir. Kaplıca, Kaunos’lular tarafından 2000 yıl önce açılmıştır. Roma, Bizans, Osmanlı ve Selçuklu döneminde de halkın hizmetine sunulmuştur.
Termal suyun cinsel gücü arttırdığına dair inanışlar, bölgenin her zaman yoğun ziyaretçisi olmasını sağlamıştır. Büyük banyonun yanından çıkan kaynak suyu içilmesinin çeşitli iç hastalıklarını iyileştirdiği söylenmektedir.
Sultaniye Kaplıcaları, Roma döneminde 400 hastaya aynı anda hizmet verecek kadar gelişmiş bir hastane durumuna gelmiştir. Hastane kalıntıları halen bölgede görülebilir. Kaynaklara göre, hastanenin girişinde “Tanrılar adına buraya ölüm giremez” diye yazılmıştır. Ölemez Dağı da adını bu şifalı kaplıcalardan almıştır.
Kaunos Kral Mezarları;
Orhaniye’den 115 km uzaklıkta bir doğa harikası olan Dalyan Deltası’ında en güzel manzaralardan biri İztuzu tarafına doğru giderken sağda kalan antik Kaunos Kral Mezarları’dır. Köyceğiz Gölü’nün Akdeniz’e kavuşmasını sağlayan Dalyan Deltası Nehri üzerinde yapılan tekne turlarında İztuzu tarafına doğru giderken sağda kalan kayaların içine oyulmuş antik Kaunos Kral Mezarları’nı görebilirsiniz. M.Ö. 4. yüzyılından bugüne sağlam şekilde gelen Kaunos Kaya Mezarları antik kentin yakınındaki Dalyan ilçesinin karşısındadır.
Kaunos Kral Mezarları’nın 3000 yıldır ayakta duran ihtişamlı görüntüsü karşında insanın adeta nutku tutulur. Kral mezarlarında önceden dolaşmak serbest iken, ziyaretçilerin bilinçsizce yaptığı tahribat nedeniyle dolaşmak yasaklanmış olsa da sonradan belli bir ücret karşılığında tekrar ziyarete açılmıştır. Tekne turundan da çok rahatlıkla Kral Mezarları’nın tüm ihtişamını seyredebilirsiniz.
Aslında Dalyan’ın her tarafında yüzlerce kaya mezarı bulunmaktadır. Sadece Kaunos çevresinde 167 kaya mezarı kayıt altına alınmıştır. Fethiye dahil Kaunos’un sınırları içinde kalan her yerde az sayıda da olsa bu mezarlara rastlanmaktadır.
Kaya mezarlarının binlerce yıl önce hangi teknik kullanılarak yapılabildikleri hala anlaşılamamaktadır… Hangi aletler kullanılarak o kayalar oyulabilmiştir?
Bunlar yapılırken, sadece mezar odası oyulmamıştır; mezar odasının dışından da dağ oyularak, mezar dağdan bağımsız hale getirilmiştir. Böylece kaya mezarlarına gelen bir kişi rahatça mezarın çevresinde dolaşabilmektedir. Bunun amacının kralın mezarına tapınak havası vermek olduğu sanılmaktadır.
Kaunos Kral Mezarları’nda önceden dolaşmak serbest iken ziyaretçilerin bilinçsizce yaptığı tahribat nedeniyle dolaşmak yasaklanmıştır.